Bundan otuz veya otuz beş sene öncesinde, ilk iş hayatına başladığım dönemlerde, işletme kavramı çok fazla bilinemediği için, iş kurmak isteyen küçük sermaye sahipleri önce bir yer kiralar, birkaç makine ve bir miktar hammaddeyle, ufak çapta imalata başlarlardı. Maliye’ye mükellefiyet tesis ettirmek veya sigortaya tescil yaptırmak pek gerekli görülmezdi. Ödeme ve tahsilatlar nakit, hamiline çek veya senetlerle yapılırdı.
Daha sonraları gönüllülük esasına göre değil de, genel de denetimler sonucu, mükellefiyet tesis ettirilen işletmelere, sonradan vergi ödeyen işletmeler olarak; değerli işletmeler nezdinde algılama alışkanlığı toplum da edinilmeye başlandı.
Oysa ki; tüm bu yasal zorunluluk içeren resmi kayıt tutma işlemleri, vergi ödeme amaçlı yapılıyor, faaliyet kazançları sonrası edinilen kârların, işletme özvarlıkları nezdinde bir önemi bulunmuyordu. Zaten ticaret yapmakta ki gizli zihniyet, kazançların işletme içinde bırakılması değil, kişisel servet varlığının çoğalması temeline dayanıyordu. Hükümet politikalarında, servetin tabana yayılması gerekliliği hep vurgulanıyor ama uygulama da böyle olmuyordu.
Kamu denetimleri ise işletme gelişmelerine; genelde vergi denetimleri yaparak katkı da bulunmaya çalışıyordu.
İstanbul da 1985 yılında ki borsanın kurulmasından sonra bile servetin tabana yayılması politikaları ve denetimleri, vergi toplama gayretine dönüşen denetimlerden ileriye gidemedi. Bundan dolayı genelde; KOBİ türü işletmeler de, hangi harcama ve kaynakların vergiye tabi gelir ve giderler olduğu konularında çok uzmanlar yetişti. Fakat işletme büyümesinin göstergesi olan öz kaynak hesapları hep göz ardı edildi.
Özellikle aile şirketi şeklinde kurulan işletmeler de, şahsi servetlerin artması ve paylaşımların nasıl yapılmasına çok fazla kafa yorulduğunda ve kişiler arasında gizli ve acımasız servet rekabeti ön plana geçmeye başladığında, iyi işletme yönetmenin önemi ortadan kalkmaya başlar. İyi işletme yönetimi sonucun da oluşan kazançların, servetleri oluşturduğu unutulmaya başlandığın da, tehlike çanları çalar ama duyulmaz.
Genel de uzmanlık ve deneyim gerektiren işlere; oğullar, amcalar, dayılar, enişteler gibi akrabalar getirildiğinden, işletmeler de bir kurumsallık alt yapısı da oluşamamıştır.
Dolar kurunun bu günler de olduğu gibi birdenbire 3,40 TL’ye çıkması sonucu, işletme kârlarından edinilen şahsi servetler, artık kişilerin sahipliğinde olduğundan, bundan sonrası ne yazık ki kayyuma kalmaktadır.
Anlatmaya çalıştığım gelişmelerin, yaşanmış olaylardan alındığını ve bu yazıyı yazmadan önce aynı dönemlerden geçmiş bazı değerli işletmelerin, kayyuma devredildiğine şahit olduğumu belirtmek isterim.
Önemli olan, şahsi servet edinmek ve şahsi serveti yönetmek değil, aslında servetin oluşmasına neden olan işletmelerin iyi yönetilmesinin çok daha değerli olduğudur.
Kurumsal yapı altında yönetmek ise sorumluluğun uzmanlara dağıtıldığı, sürekliliği olan bir yönetimdir. Garantili olan ve önceden hazırlıklı olmayı hedef olarak belirten yönetim biçimi de budur.
Cengiz HERGÜNLÜ
SMMM- Bağımsız Denetçi
www.hergunlu.com