Genel hatlarıyla, üretken sektör çoğu kez “reel ekonomi” diye anılır. Modern şirketin, ekonominin en önemli kuvvetleri arasında olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Fakat geride bıraktığımız 40 yıl boyunca finans sektörünün olağanüstü büyüyerek bir ekonomik deve dönüşmesi (en bilineni, tanınmış bankaların açıkladıkları dönemsel kârlarına baktığımızda yüksek oranlar ortadadır) sonucu ne yazık ki, finansallaşma; imalat ve finans dışı hizmetler gibi, üreten ekonomi genelindeki firmalara da zorunlu olarak yansımış durumdadır.
Yüksek enflasyonun yarattığı ekonomik belirsizlikler ve dalgalanmalar sonucu, geleceğe dönük beklentilerin değiştirilmelerine neden olmakta, işletmelerin, çalışma sermayesine olan gereksinmelerinin artması sonucu, finans politikalarının zorunlu olarak yenilenmesine ihtiyaç duyulmaktadır.
Hükümetlerin izledikleri kur politikaları, ülkede oluşan bütçe açıkları, yoğun borçlanma gereksinimleri gibi değişkenler nedeniyle; kamu otoriterlerince belirlenen enflasyon oranlarının dışında, işletme yöneticileri, planlanan dönem için, çok daha doğru enflasyon tahmini yapmak zorunda kalmaktadır. Özellikle, planlamaya alt yapı oluşturan, nakit ve yatırım bütçelerini bu oranlara göre titizlikle yapmaya dikkat etmelidirler.
Enflasyon olgusunun tahmin edilebilmesi için, ülkede açıklanan enflasyon türü ile (talep, arz enflasyonu) uygulanan faiz ve kur politikalarının genel kabul görmüş, akılcı test edilmiş, öncü, gelişmiş ülke ekonomilerinin uyguladıkları ekonomik politikalara uygun olup olmadığının yakından takip edilmesi gerekir. Uygulanan ekonomi politikalarının siyasî bir amaca hizmet edip etmediğine dikkat kesilmelidir.
Üretmekten başka çözüm yolu olmayan kalkınmakta olan ülkelerde, yüksek enflasyonun yarattığı değer kayıpları sonucunda finansallaşan işletmeler, bilançoların aktif tarafının, nakit ve nakit benzeri likit değerleri ile ilgilenmeye daha çok zaman harcamakta, ellerindeki finansal varlıklarının risksiz ve kolay getirileri ile ilgilenmek önemli hale gelebilmektedir.
Enflasyon krizi karşısında işletmelerin kazanmaları gereken bir savaş vardır. Şirketlerin krizin üstesinden gelebilmeleri için, fazla kafa yorulan finansal enstrümanların getirileri ile uzun vadeli yol alamayacakları ortadadır. Henüz sanayileşme süresini yeterince tamamlayamamış bizim gibi ülkelerde, finansal piyasaların çok gelişemediği bir gerçeklik olduğuna göre, elde edilen, zahmetsiz bu tür getiriler düşük olmaktadır. Yüksek getiriler varsa sonunda patlamaktadır. Oldukça ağır hasarlar bırakabilmektedir.
Oysa enflasyon krizi dönemlerinde, iyi zamanlar geldiğinde, yöneticilerin kazanmaya hazır olmalarını sağlayacak stratejiler üzerinde biraz durmakta, kriz dönemlerinde aşağıdaki araştırmaların uygun olanlarını daha geliştirip uygulama yollarını denemeliyiz.
–Önlemeye odaklı şirketlerde yapılan araştırmalar sonucunda, kriz dönemlerinde sadece maliyet düşürmeye odaklanan şirketlerin birçok soruna neden oldukları görülmüştür. Bu durumda, çalışanların, aynı şeyden daha fazlasını yapmaya gayret etmeleri sonucu, verimliliğin ve kalitenin düştüğü görülmüş olup, yöneticiler, kendilerini bir kuşatılmışlık içinde gördükleri için, örgüt hedeflerini düşük tutma eğilimi göstermişlerdir. Finans departmanlarının ise, maliyet daraltma politikalarının merkezileşmesi sonucunda, büyümenin çekirdeği olabilecek fırsat girişimlere çok az dikkat ettikleri görülmüştür. (Kurumsal Dayanıklılık s.256)
–Tamamen tutundurmaya odaklı kuruluşlar ise, bir krizin ciddiyetini uzun süre inkâr etmeye yol açan bir iyimserlik kültürü geliştirirler. Erken uyarı işaretlerini görmezden gelirler ve yenilik yaptıkları sürece, satış ve kârlarının artmaya devam edeceğine olan inançları asla sarsılmaz. Kötü finansal sonuçların dahi, çoğunlukla tutundurmaya odaklı şirketlerin gözlerini kör etmelerini engelleyemez. İşletme içinde, birbirlerine olan suçlamalar artar. Moraller genelde hep bozuktur. Bu tür şirketlerde, yatırımların geri dönüşünün beklenenden uzun sürdüğü, ya da yenilikler müşterilerde karşılık bulamazsa, şirketlerin oldukça zora düştükleri görülmüştür.
Önleme odaklı şirketlerin, kriz dönemlerinde maliyet-satış oranlarını üç puan düşürürken, tutundurma odaklı şirketler bu oranı azaltmayı başaramaz. (Kurumsal Dayanıklılık s.260-261)
Bir durgunluk sonrasında, rakiplerinden daha iyi performans gösterdiği görülen şirketler ise pragmatik şirketler olarak tanımlanmaktadır. Pragmatik şirketler; krizlerden kurtulmak için maliyetleri düşürmenin gerekli olduğunu kabul ederken, büyümeyi beslemek için, yatırımın da aynı ölçüde önem taşıdığının ve şirketlerin durgunluk sonrasından daha az zarar görerek çıkabilmesi için, her operasyonun (maliyetleri azaltma ve yatırım yapma) bir denge şeklinde götürülmesi gerekliliğinin bilincindedirler. Bu tür şirketlerin savunma hamleleri seçicidir. Çalışan sayısını azaltmak yerine, operasyonel verimliliği artırarak maliyetleri düşürürler. Ar-Ge ve pazarlamaya çok daha fazla yatırım yaparak, yeni iş fırsatları geliştirirler ve daha çok tesis, makine gibi varlıklara yatırım yaparlar. Araştırmalar sonucunda, gruplar arasında, durgunluk sonrası satış ve gelir artışı en yüksek olan şirketlerin bunlar olduğu görülmüştür. (Kurumsal Dayanıklılık s.262)
Faydalı olması dileğiyle…
Cengiz Hergünlü – SMMM-Bağımsız Denetçi