Bizim çocukluğumuzda, giyeceklerimizde küçük hasarlar meydana geldiğinde tamir ettirerek kullanmaya devam ederdik. Örneğin; ayakkabılarımızın biraz eskiyen topuk kısmına veya altlarına pençe yaptırır, elbiselerimizin hafif iplik atmış yerlerini örücülere belli olmayacak şekilde onarım yaptırır, çalışmayan fermuarlarımızı tekrar zanaatkârlara değiştirterek kullanmaya devam ederdik. Yani yolda, işte, evlerde kullandığımız her türlü ürünü tamir ettirmek suretiyle, ürünlerin kullanım ömrünü uzatma yolunu seçerdik. Ve sonrasında birbirimizle, ihtiyacı olanlara geçişini sağlardık. Farkında olmadan, doğanın kaynaklarını, en uzun süreyle kullanabilme amacına uygun davranırdık; neredeyse dönüşüm ekonomisi.
Sonrasında; ikibinli yıllardan itibaren, dünya kapitalist sistemine entegre olabilmek, serbest piyasa ekonomisini tam uygulamaya başlayabilmek amacıyla, doğrusal ekonominin (üret-tüket-at) tüketime dayalı bir üretim ve yaşam biçimine uyum sağlandı. Halen, ülkemizde devam eden, tüketim odaklı büyüme dönemi, çoğunlukla ithal yatırım sermaye mallarının da katkısıyla, seri üretime dayalı, yığın tüketime elverişli bir ekonomik sisteme geçilmiş oldu. İktisadi büyüme ise; üretimin, sadece sayısal artışına odaklanan ekonomik, sosyal, kültürel bir toplumsal dönüşümü de beraberinde getirmiş oldu.
Bu dönüşümle birlikte, üret-kullan-at dönemi başlamış, tekrar onarım, sağlamlaştırma ve yeniden kullanma, ihtiyacı olanlara tekrar geçişin sağlanması gibi bir dönem kapanmış oldu. Kısaca ürünlerin doğaya yük getirmemesinin bir fonksiyonu olan, uzun vadeli kullanım alışkanlıklarından vazgeçilmiş, tamamıyla, tüketime dayalı, doğrusal bir ekonomi anlayışı toplumun hemen hemen tüm kesimlerine, kurum ve kuruluşlarına bir ekonomi anlayışı olarak yerleşmiş oldu.
Eşitlik ve adalet arayışını gündeme almayan, sadece tüketime dayalı büyüme anlayışı ekonomi politikalarının ana konusu olmaya devam ediyor. Diğer taraftan, toplumdaki bireylerin yaşam kalitesinin iyileştirilmesi için gösterilmeyen çabalar neticesinde, sayısal rakamlara hapsedilmiş olan ekonomik büyümenin, yukarıya doğru hareket eden dengesiz, eşitsiz ve adaletsiz dağılımı, sonuçta büyümenin sınırlarının ne olması gerektiği sorularının sorulmasına neden olmuştur.
Gelişmekte olan ülkelerde ise; sanayileşme, büyüme, gelişme ve modernleşme gibi kavramlar birbiriyle hep aynı kabul edilmiş, bunlar planlı kalkınmanın, iyileştirilmenin reçetesi olarak sunulmaya devam edilmektedir. Hâlâ ülkemizde, insanî refah genişlemesi, eşitlik ve adalet, çevre kirliliği gibi önemli konular ana gündem maddesi olarak ele alınmamaktadır.
Sınırsız büyümeye dayalı iktisadi gelişme politikaları neticesinde, hava kirliliği riski, yaşadığımız Covid-19 pandemisi gibi salgınlar meydan gelmekte, doğal kaynakların sonlu olduğu anlayışı yaşanarak hâkim olmaya başlamıştır. Daha 1968 yılında, ABD’deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde çalışan araştırmacılar tarafından hazırlanan ve Roma Kulübü tarafından yayınlanan “Büyümenin Sınırları” adlı raporu, günümüz paradigmasının alt yapısını oluşturmasına rağmen, dünyanın hazırlıksız yakalandığı bir pandemi olumsuzluğu yaşanmıştır, yaşanmaya devam etmektedir.
Nihayetinde; iktisadi gelişmeyi, kişi başına düşen gelir gibi göstergeler ile açıklayan hâkim görüşün tek başına yeterli olmadığı, iktisadi gelişmeyi gelir artışının yanı sıra özgürlüklerin genişlemesi, kişisel yapılabilir kabiliyetlerinin arttırılması gibi anlayışlara hâkim görüşlerin önemi dünyada kabul edilmeye başlanmıştır (Amartya Sen’in çalışmaları)
Bu anlayışa göre; büyüme yerine kalkınma anlayışı, insan odaklı olarak, insanın yapabileceği, olabileceği değer yaratabilme kabiliyetlerinin sayıca artması, yani bir bakıma insan kapasitesinin artırılması olarak ele alınması gereklidir.
Kavrayıştaki bu dönüşüm sonucunda aslında; temel makroekonomik göstergelerin iyileştirilmesi konusuna öncelik tanıyan sayısal çalışmalar yerine, insan refahına gereken yaklaşımları göstermeyen ve insanı merkezine almayan ulusal politikalar ile sürdürülebilir bir ekonomi anlayışının başarılı olması mümkün değildir.
Ancak bu tür yaklaşımlar gelişmiş teknolojileri de yanına alarak, iktisadi büyüme ve kalkınmanın sosyal, çevreyle ilgili, ekonomik, mekânsal ve kültürel boyutlarını dikkate alan bir yapısal model dinamiği durumu düzeltebilir.
Faydalı olması dileğiyle
Cengiz Hergünlü – SMMM-Bağımsız Denetçi