Sosyal ağlar :

PRATİK BİLGİLER

» Amortisman Sınırı
» Vergiden Müstesna Yemek Bedeli
» Emlak Vergisi Oranları
» Fatura Düzenleme Sınırı
» Değer Artış Kazançları İstisna Tutarları
» Kıdem Tazminatı Tavanı
» Usulsüzlük Cezalarına Ait Cetvel
» Yıllık Ücretli İzinler

MUHASEBE STANDARTLARI

Ülke içinde kullanılan muhasebe standartlarını uluslararası standartlarla bütünleştirebilmek için 1995 yılından bu yana 43 uluslararası muhasebe standardı Türkiye’ye ...

T.C. RESMİ GAZETE

   DUYURULAR

Halk ekonomisi-Cengiz Hergünlü (Mali Makale)




 

İngiliz ekonomist John Maynard Keynes ‘’:Ekonomide devletlerin rolü olmalı, ancak, bu sadece piyasalar çöktüğünde ekonomiyi kurtarmak, ya da bir çöküşü önlemek için piyasaları yönlendirmek şeklinde olmamalı’’ demiş. Tabi bu görüşün, ekonomik gelişmelere bilimsel yaklaşabilen, önem veren devletler için daha geçerli olduğunu söylememiz yanlış olmaz.

 

Ülke menfaatlerinde dahi, her şeyin iç politika ve popülist siyaset malzemesi yapıldığı devletlerde, bilimsel ekonomi fikirlerini uygulayabilmenin zorluğu ortadadır. Asimetrik bilgi ve akıl dışı bilinçsiz inanç sistemleri gibi nedenlerle, devletlerin rolünün, ekonomik anlamda, tek yönlü olarak ilerlemesine neden olmaktadır.

 

Joseph E.Stiglitz ekonomilerde piyasaların rolüyle hükümetlerin rolü, piyasa dışı ve devlet dışı kurumların da ciddi desteğiyle dengede olmalı diyor. Yani ekonomik gelişmelerde, devletin rolü ve kurallarını küçülterek uygulanan ekonomik gelişmeler sonucunda tüm dünyada yaşanan krizler ortadadır.

 

Krizlerin ne kadar süreceği izlenen bilimsel politikalara bağlı. İzlenen politikaları; ilgili hükümetin geleceğini garanti altına alacak, olumsuz göstergelerin dahi hükümet lehine çevrilmesi amacına uygun olarak geliştirilirse, gerçekten insan hayatını değiştirebilecek kararlar alınamaz. Yeni krizlere kapı açılır.

Aslında sınırlamalara tabi olmadan, serbestleşme görüntüsü altında kuralsızlaştırma yoluyla uygulanan ekonomik faaliyetler sonucunda ekonomik verimlilik ve gelişmenin sağlanamadığı, serbest piyasa ekonomisinin, krizler sonrasında kendi kendisini düzelteceği paradigmasının artık yeterli olmadığı ortaya çıkmıştır.

 

Kendi kendini denetlediği söylenen bu sistemin yarattığı krizler sonucunda, şirketleri veya bankaları kurtarma yoluna gidiliyor ve halkın vergileri bu firmalara aktarılmaya başlanıyor. Bankalar ise; sıkıntılı bu günlerde, işletmelere kredi vermekte sakıngan davranıyorlar, Yüzde dört yüz kâr elde etmelerine rağmen. Bu gelişmelere göre, yaşadığımız şimdiki sistem, kendi kendini denetlememekte ve kendi kendini kurtaramamaktadır. Hâlen, yaşadığımız yıkıcı ekonomik sorunlar önemli anlamda aynı sonucu doğurmuyor mu?

 

Yanlış ekonomik teorilerin yanlış politikalara sebep olması şaşırtıcı değil. Bu politikaları ortaya atanların inanmış olduklarını söylemekte mümkün gibi gözükmüyor. Değer yargılarına göre, sebep sonuç ilişkisini gözleyerek ‘neden’ ve ‘niçin’ sorularının ekonomik anlamda cevabı aranmayacağı bilimsel olarak kabul edilmiştir. Normatif ekonomik görüş sahiplerinin ahlaki, dini ve siyasi yaklaşımları ekonomik kuralların çerçevesini belirlemektedir. Bu şekilde, ancak, şahsi olarak ekonomiyi yönlendirme, düzenleme ve hatta bilimsel olmayan yapı altında, kural koyma davranışlarında bulunulduğu görülüyor.

 

Ekonomik sistemi yönetenlerin, krizlerden daha fazla etkilenen ülkelerdeki halklarının yaşam sıkıntıları ve geçim kaynakları için çok fazla endişelenmezler. Borç para veren bu ülkeler, kontrollü olarak verdikleri borçlarla ülke yönetimlerinde zaten söz sahibidirler. Gelişmekte olan ülke yöneticilerinin ise; politik kaygılardan uzaklaşarak, sıkıntıya düşen halkının ve ülke geleceği için pozitif bilimsel kuralardan uzaklaşmamaları gerekir.

 

Politika yapıcılarının hedefleri tekel ve kârlarını yükseltmek için değil, araştırma gibi alanlardaki yatırımları kayırmak olmalı. Kârlar artarken, kapitalistler yatırım yapar ve üretimi artırır, bunun karşılığında daha fazla iş yaratır ve ücretleri yükseltir, böylece nüfus artar ve nihayetinde ücretler yeniden geçimlik seviyeye iner, bazı üç beş firma aşırı zenginleşir ve bütün ülke ekonomisi üç beş firmanın aldığı ihaleler etrafında dönmeye başlar. Fakat ekonomi giderek daha fazla insanın sadece geçimlik ücret kazandığı bir kısır döngü içinde devam eden bir makineye dönüşür.

 

Burada devletin rolü; kişilerin kaç tane çocuk sahibi olmaları yönündeki telkin ve yönlendirmelerinin dışında, yaşamsal gelirin yüksek olmasına göre, nüfus artış hızının ne kadar olması gerektiği ile ilgilenmektir. Nüfus artıkça, artan nüfusa paralel gelişmeyen üretim artışları sonucunda, ücretlerin daha da aşağılara doğru ineceği aşikârdır.

 

Bu bağlamda Devlet, geçim seviyesinde veya altında yaşayan kesimlerin yaşam standartlarını yükseltebilmek için, gerektiğinde üretime dâhil olabilmelidir.

 

 

Cengiz HERGÜNLÜ