Liberal kapitalist düzeni kabul etmiş toplumlarda, hangi malın ne kadar üretileceğini ürünün fiyatı belirlemektedir. Fiyat ise, ürünlerin içine kar marjı konulduktan sonra, belirlenen nihai ürüne talep yaratacak fiyattır. Mal ve hizmetlerin fiyatı, ülkemizde, her zaman enflasyonun üzerinde gerçekleşmektedir. Banka faiz oranları ise yine ülkemizde, genellikle enflasyon oranlarının altında gerçekleşmektedir.
Mesela; bir gerçek kişi, elindeki nakit değerlerini konut almak yerine, yüksek faiz getiren mevduata yatırdığını ele aldığımızda, elde ettiği faiz geliri enflasyonun altında olduğu için belli bir zaman aralığında, ilgili konutu veya benzeri değerleri edinemeyecektir. Faiz oranının düştüğü durumda- Garanti BBVA, politika faizinin, yılın son çeyreğine kadar % 50 civarında tutulacağını fakat kasım, aralık aylarında politika faizini düşüreceği yönündeki tahminini raporuna dâhil etmiştir. (işte gündem 13.06.2024) elde edilen faiz gelirinin düşeceği, konutun değerinde bir değişme olmayacağı, yüksek enflasyondan yavaş yukarı doğru bir ivme yaratacağından, aynı konut ulaşılamayacak hale gelebilecektir.
Üstelik ülkede, gerçek enflasyon tahminlerinin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı gibi bir endişe varsa, durum daha da vahim hale gelebilmektedir. Genelde, ülkemizde, enflasyonun düşmesi baz etkisiyle olup, yatırım, üretim artışına dayalı olarak gerçekleşemiyor. Hedeflerin tutması, gerçek ve doğru verilere dayandığına göre, enflasyon verileri, bu anlamda en baş sıraya oturmaktadır.
Yüksek enflasyon ortamlarında, piyasada denge fiyatı tutturmanın çok zor olduğu bilinen bir ekonomi kuralıdır. Aynı ürünü, farklı farklı yerlerde, birbirine yakın dahi olmayan fiyatlarda görülmesi kanıksanır hale gelir. Aslında piyasada taban yaratan bir fiyat yoktur. Fiyatlar arasındaki denge farklılığının nedenlerini kalite farkına, uygun ürün olup olmadığına göre tespit etmek te zorlaşır. Çünkü fiyatlar, hiper bazda artış gösterdiğinden, hane halkı, sadece ucuz ürün peşine düşmekte, kalite ve uygunluğa artık önem veremez hale gelebilmektedir. Bu fiyat kaosunun içine, ürünlerine yüksek kar marjı ekleyen firmalar da eklendiğinde, durum içinden çıkılmaz hale gelebilmektedir.
Gelişmiş ekonomilerde, piyasalarda denge fiyatının oluşması için, tüketicilerin ihtiyaç duydukları, ödemeye hazır oldukları fiyatlara göre mal ve hizmetlerin üretilmesi, arz edilmesi gerekir. Gerçek durumun böyle olmadığını, piyasada fiyatın oluşamadığını kabul ettiğimiz bir piyasada, doğru fiyatın hangisi olduğunun tespitini, tüketiciler açısından nasıl belirleyeceğiz?
Piyasada oluşan fiyatın doğru fiyat olup olmadığını anlamak için ileri teknolojiye sahip, her ürün bazında standart ve homojen ürün üretme kabiliyetine uygun bir ekonominin olması, tüketicilerin, piyasa ve ürün hakkında yeterince bilgi ve bilince sahip olunması gerekir. Standartların olduğu yerde, ürünlerin farklılığı ve kalitesinin anlaşılması daha kolay olup, talep eden herkes, o ürün hakkında aynı bilgiye sahip olabilir. Teknolojinin, asimetrik bilgiyi ortadan kaldırmak gibi bir özelliği vardır.
Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, özellikle, kendi ürettiğimiz gıda ürünlerinde belli bir standardı, homojenliği yakalayamadığı, fiyatı oluşturan piyasaların, yüksek enflasyona bağlı olarak fiyatı belirleyemediğinden dolayı kalite, uygunluk arayışı ortadan kalkmakta, ürünlerin, önemli özellikleri ön plana çıkartılmakta, sıkıntı yaratabilecek özellikler saklanabilmektedir. Genelde düşük gelire sahip kesimlerin bu konuda çoğu zaman yanıldıkları, aldatıldıkları, bilinen bir gerçektir.
Liberal kapitalist ekonomilerin zengin-fakir arasında önemli farklılık ve istismar yarattığı kabul edilebilir. Ama ihtiyaçlarını karşılayacak ürünlerden ne kadar, hangi kalitede ve hangi fiyattan alacağını bilmediği bir paradoksa girmesinin sorumluluğunu, biraz da toplumun kendisinde bulması gerekliliği vardır.
Ekonominin arz talep paradigmasına göre, tüketicilerin piyasayı ve fiyatları bildiği kabul edilmektedir. Bilginin kullanılması, sonucu, toplum lehine değiştirebilir.