20 veya 25 yıl öncesini bugün ile kıyasladığımda, KOBİ dediğimiz, sermaye şirketi statüsünde olan işletmelerdeki yöneticilerin, (sahip-yönetici) mali-ekonomik konularda, “biz ekonomiden anlamayız” ve muhasebeye dayalı işletme durum bilgilerinin sonuçlandırılmasında sana güveniyoruz muhabbetinin değişmemiş olmasıdır. Muhasebe durum bilgilerinin sonuçlandırılmasında beklenen sonuç ise vergi tutarlarının ne olacağının merak edilmesi, önceden haber verilip tedbir alınması beklentisidir. Türkiye’de genel anlayış bu şekildedir maalesef.
Geçmişte iş yapma biçimlerine göre, mal ve hizmetler daha çok ihtiyaçları karşılama amacına uygun üretildiği için çeşitlilikleri daha az, teknolojinin değişme, değiştirilme hızının çok yavaş olması gibi, daha çok stabil bir yapıya sahip işletme özelliklerinden dolayı, muhasebesel anlamda vergiyi takip etmenin, yönetimin önemli işleri arasında olması normal bir davranıştı. Şimdilerde mal ve hizmet üretimlerinin ihtiyaçlara göre belirlenmesi devamında, asıl olanın elektronik iletişimin, lojistik sektörünün velhasıl teknolojik gelişmelerin hızlı ve çabuk değişimi ile bağlantılı olarak “beklentilerin;” mal ve hizmet üretimine bağlı ekonominin yönünü değiştirebilme özelliğine sahip olması nedeniyle, muhasebesel işlemlerin, sadece ödenecek vergilerin hesaplanması amacına hizmet etmemesi gereğidir.
Bizim gibi mali danışmanların beklentileri, yönetişim anlamında yöneticilerden bilfiil, ekonomi veya muhasebe bilmeleri değil, hiç olmazsa, bilgi çağının gereklilikleri konusunda, mali-ekonomi konularına ait paradigmalarının olduğunun farkında olmaları, paradigmaları anlama yönünde çaba gösterebilmeleri gerektiğidir, işletmenin yaşamsal faaliyeti açısından, mali-ekonomi teorilerinin uygulanma gerekliliğinin olduğunun fark edebilmeleri ve istemeleridir. Gerekirse, “mali durum tabloları” nı biraz da olsa anlayabilme çabalarına girmeleridir. Danışmanlarla aynı dili konuşabilmeye çaba göstermeleri önemlidir.
Verilere dayalı, çağdaş bilgi kaynakları değerlendirilmediği takdirde, faaliyetlerin boşa geçen zaman olarak görülmesi normale yakın bir davranış biçimidir. İşin ilginç yanı, bazı KOBİ’lerde işletme, iktisat eğitimi almış bazı ortakların da konuya diğer ortaklar gibi yaklaşmalarıdır.
Vergisel işlemlerin takip edilmesi, tedbir alınması gibi konulara vakit ayrılması önemlidir ama mali durum raporlarının asıl amacı bu değil, işletmeler için amaçlar arasında alması gereken, firmanın piyasa değerinin doğru olarak tespit edilebilmesidir. Bunun için ekonomi bilgilerine biraz sahip olmakta fayda var. İşletme piyasa değerinin hesaplanabilmesi, şu sıralarda güncel olan “enflasyon muhasebesi” uygulamalarına rasyonel bakış açısıyla yaklaşılması gereken bir fırsat gibi algılanmalıdır. Enflasyon muhasebesinin uygulanma aşamasında, piyasada yaratılan algıya göre; “bir faaliyet olmadan çıkan enflasyon farklarından dolayı, vergi ödeten bir vergi sistemi” olmadığı, yüksek enflasyonist ortamlarda, işletmenin tutarsal olarak bilançolarını güncel hale getirilmesinden başka bir amaç ve nitelik taşımadığıdır. Ülkemizde yaşanan ağır ekonomik sıkıntılardan dolayı, kamu idaresinin yarattığı böyle bir algı olmasına karşılık, ana mesele vergi değildir.
Eğer ekonomiyi biraz anlama çabasına girilirse, işletmenizin enflasyon güncellemelerini talep edecek duruma gelinebilecek olup, hatta TÜİK’e göre verilen enflasyon katsayılarını belki yetersiz görüp, kendi doğru bildiğiniz, daha gerçekçi olduğuna güvendiğiniz düzeltme katsayılarınıza göre bilançolarınızı düzeltme eğilimine girebileceksiniz. Yani, kendi yaşadığınız enflasyon durum raporlarını yaratma çabasını gösterecek, zorunlu olmanın dışında, devamlığını da isteyebileceksiniz.
Değindiğimiz konuların ana amacı yeni kurulan, geçmişi çok da eski olmayan bazı işletmelerin mali-ekonomi anlamında anlayışlarını değiştirebilme çabasıdır. Bahsettiğimiz, KOBİ’lerin de kendilerini güncelleyebilmeleridir. Çünkü mevcut düzeni yaratan ekonomi parametreleri adil değil ve toplumsal uçlar arasındaki aşırı farklar, kişiler ve KOBİ’ler anlamında dezavantajlı durumlar meydana getirmektedir. Eğer siyasi yapıya yakın (ahbap-çavuş ilişkisi) bir iş yapabilme durumunda değilseniz, rakipleriniz sadece iş yaptığınız alandaki piyasada olmayacaktır. Farkında olunmayan bazı ekonomik gelişmelere dikkat edilmesi gerekir.
Küreselleşmenin, gelişmemiş ülkeler üzerindeki hegemonyasının getirdiği serbestleşme baskısı altında dayatılan ithalat serbestliği ile ihracat yapmanın zorluklarıyla mücadele etmek zorunda kalan bir ülke olmanın yanında, zenginlikleri geçmişten gelen gruplarla, iş yapma biçimleri en önemli rakiplerinizin dayatması olacaktır; eğer, aynı işkolundaysanız.
Finansal sermaye yapısının değiştirilebilmesi, getirinin artırılabilmesi için geçmişten gelen servetlerin katkısına ihtiyaç duyulmakta fakat en fazla getiriyi varlıklı gruplar elde etmektedir. Aşırı yüksek getiriye sahip bir projeniz olsa bile buna ilk katılım yine en varlıklı kesim oluyor, aslan payı da onlara ait oluyor.
Firmaların finanslama politikası olarak vermeleri gereken önemli kararlardan bir diğeri ise sermaye yapısı altında işletmenin kaynak yapısının firma değeri üzerindeki etkisinin önemidir. Ne yazık ki enflasyon güncellemesini kamunun vergi almak amacıyla yaptığı anlayışından çıkarıp gerçek ve doğruya ulaşma çabası içine girilmesi gerekir, mesela optimal sermaye yapısını bilmeden düşük sermayenin verdiği sıkıntılar yanında, aşırı yüksek sermayenin verebileceği zararların olabileceği anlama yaklaşımı mevcut olmalıdır. Yönetim bilgiye ihtiyaç duyup talep etmelidir. Aksi takdirde asil- vekil yaklaşımı çerçevesinde vekilin verdiği raporları anlamadan kabul etmek zorunda kalınacaktır.
Tam rekabet piyasalarının dünyanın hiç birinde gerçekleşmediğini, hele ülkemizde geçmişten gelen servetlerle (bankalar, uluslararası şirketler, monopol şirketler vb.) rekabet edebilmenin yanında, siyasete yakın, önemli ihaleleri alabilme ayrıcalığını yaşayan, türetilmiş servetlerle de rekabet içinde olunduğunu bilmekte fayda var.
Siyasal-ekonomi açısından anlatmaya çalıştığımız, fazla aksak yürüyen piyasa yapısıyla ilgili elimizde ne kadar çok kanıt, delil ve yaşanmışlıklarımız olsa bile, etkili bir hitabet (retorik anlamında) tarafından yenilgiye uğratılabiliriz. Daha kolay yenilmemek için “ben anlamıyorum” muhabbetinden uzak durmamız gerekir. Ortada kaybedilebilecek bir sermaye varsa, biraz da olsa bilmek anlamak zorundayız. Yanlış kararlardan dönme imkânımız olabilir…