Nasıl bir dünya’da yaşıyorsak, gözümüzün önünde, hemen yanı başımızda çocuklar, yaşlılar, masum halklar öldürülüyor. Hepimiz seyrediyoruz. Din faktörünün en derin uygulandığı bir coğrafyada gelişmelerin sirayet etmesi ise tamamen manidar. Fakat ne yazıktır ki etrafta devamlı demokrasi, özgürlük kelimeleri de dolanıp duruyor.
Tarih boyunca süreçlerin hep aynı olması gibi, gelişmelerin tamamında, ekonomik gelişmişlik düzeyi üst sıralarda yer alan ülkelerin acımasızlığı etrafında dönüyor her şey. Sonucun kısacık analizi ise büyük balığın küçük balığı yemesinden başka bir şey değil.
Ülkemizin bir Ortadoğu bataklığı içine çekilmesi yoluyla geleceğimizin karartıldığı düşüncesindeyim. Bedava kahramanlıklar yoluyla şirin gözükme, bedava saygınlık kazanma gibi yollarla tribünlere oynanması. Sanki at üzerinde kılıçlarla, gülle, topuzlarla savaş kazanılmış Orta Çağ çığırtkanlıklarıyla kutlamalar yapılmasına ne diyeyim, ben bilmiyorum. Sonuçta dünya, 21. yüzyılda yine gelişememiş olanların, gereksiz, gerekçesi tam oluşturulamamış, geçmişe dayalı inanışların verebileceği zararlar etrafında dönen anlamsız yığınlar etrafında gelişiyor. Anlamsız yığınlar, dünya hegemonyasını ele geçirmiş belirli sömürgelerin destekleriyle daha güçleniyorlar. Masada yazılmış, sanki filmlerdeki Orta Dünya’nın kaybedilecek bir medeniyetinin ortasında olan ülkemizi referans alan, seyredilen film senaryosu sanılan, aslında uygulamaya geçilmiş politikaların su yüzünde görünün kısmına inanılmış insan kalitesi, ne yazık ki hala çok var ülkemizde.
Gelişmemişliğin sıkıntılarını yaşadığımız tüm zamanların içinde, son 10 veya 15 yıldır halkın üzerine bindirilen geçim ağır yükünün bilinçli dahil edildiği, taşınamaz hale gelen yüke ait safhanın oluşturduğu kafa karışıklıkların açtığı yolun, sonun başlangıcına gelmesi, 1980 yılından itibaren uygulanan neoliberalizm ekonomi politikalarının içinde geliştiğini ana hatlarıyla açıklamaya çalışırsak; devlet müdahalesini en aza indirmeyi savunan ve serbest piyasa ekonomisinin gücüne inanan. Ancak, bu ideoloji yalnızca ekonomik verilerle değil, bireylerin özgürlükleri ve piyasa rekabetinin önemi gibi ideolojik argümanlarla desteklenmesi bütünlüğüne dikkat çekerek, neoliberalizm akımını destekleyelim veya desteklemeyelim. Bu ekonomi kurallarının matematiksel açıklamalarının yanı sıra, bahsedilen tamamlayıcısı olan bireysel özgürlüklerin ve piyasa rekabetinin önemi gibi kriterlerle ancak geçerli olduğunu tekrar hatırlatmak isterim.
İdeolojiler, bilimsel gelişmelerin yönünü belirleyebilir, toplumun dünya görüşünü etkileyebilir ve belirli bir bilim dalının gelişmesini hızlandırabilir veya engelleyebilir. Bu nedenle, ideolojiler ve bilim arasında dinamik ve karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. İdeolojik olarak serbestleşmenin ön plana çıkmasının altında yatan ana nedenin, ticaretin gelişmesi ve serbestleşme sonucunda doğal bir rekabet ortamının sağlanacağının, eşit şartlarda ekonomik serbestleşmenin gelişeceğine inanmak, her ülkede aynı ideolojilerin uygulanabileceğini dayatmak aldanmanın en başına çıkmıştır.
Serbestleşme ideolojisinin altında yatan ana neden, ileri teknoloji kullanma şansını gelişmesini yakalamış olan ülkelerin, fazla üretimden kaynaklanan ellerindeki atıl değerleri diğer gelişmemiş ülkelere satma dayatmasından başka bir şey değil. 1989 yılında reformist gelişmeler altında imzalatılan Washington Mutabakatı bunun en iyi örneğidir. En önemli maddesi ise Serbest Ticaret ve dışa açılma adı altında ticaretin serbestleşmesi ve dışa açılmanın teşvik edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Gelişmekte olan ülkelerin, dünya ekonomisinde daha aktif bir şekilde yer alması, ticaret engellerinin kaldırılması ve ithalat ile ihracatın serbestleştirilmesi kabul edilmiştir. Gümrük vergileriyle iç piyasanın korunması silahı ise 1995 yılında düğün dernekle imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması ile ekonomik anlamda serbestleşme, ülkeler arasında ticaretin önündeki tarife (örneğin, gümrük vergisi) ve tarife dışı engellerin (örneğin, kotalar, teknik düzenlemeler) kaldırılmasını ifade eden anlaşmalarla serbestleşmiş olduğumuzu zanneder hale geldik.
İdeolojilerin desteklediği ekonomi modellerinden biri olan “Kapitalizm-Liberalizm” ekonomik modelini 1980 yılından itibaren uyguladığımız ülkemizde, ideolojinin sonucunda doğan bir bilim haline gelmiş olması, finansal gelişmeler de dahil türlü aşamalardan geçmiş, sonrasında modellere ve kurallara dönüşmüş olmasına rağmen ne yazık ki ülkemizde ideolojik olarak kalmaktan daha ileri gidememiştir. Geçmişe takıntılı olduğumuz, içinde bulunduğu zamanlarda geçerli olan ideolojilerin içinde kıvranıp duran halkın dogmatik düşünce ve inanç tarzlarını, kendi bekaları için kullanan yerli ve yabancı kişi ve kurumların desteğiyle ülkenin ekonomik anlamda geldiği bugünkü durum budur. Sadece ideolojik olarak desteklenen ve ahbap-çavuş ilişkisine dönen mali-finansal hayatın daha ileri gitmesi mümkün olmayıp, ideolojinin kör ettiği gözler, kazanılmamış zaferlerin kazanılmış gibi görünmesini sağlamaktan ileri gitmez. Böyle ideolojilerde duymak istediklerimizi duyarız. Toplumu kendi ekonomilerine uygun hale getirmek isteyen iç ve dış yapılar, duymak istediklerinizi zaten duyururlar. Duyuruyorlar da.